GAZZE’DEN “YA BÜYÜK BİR SAVAŞA – YA DA BÜYÜK BİR BARIŞA”

Dr. Ahmet Hüsrev ÇELİK

Diplomasinin Tükenişi: Büyük Bir Savaş Riski

İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırıma dönüşen saldırılarının henüz yirminci gününde, Danimarka Dışişleri Bakanı Lars Lökke Rasmussen ile düzenlenen ortak basın toplantısında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, sürecin muhtemel sonuçlarından birisine ilişkin bir öngörüsünü dünya barışı adına adeta ihtar mahiyetinde ifade etmişti.

Hakan Fidan; Türkiye’nin amacının her zaman barıştan yana olduğunu vurguladıktan sonra “Ya büyük bir savaş ya da büyük bir barış çıkacak…. Krizin yayılmasını önlememiz lazım aksi takdirde küresel düzeyde çok daha büyük sorunlara tanıklık edebiliriz.” şeklindeki tarihe not düşen sözlerinin, şüphesiz ki artık unutulmaması, hatırdan çıkarılmaması, göz ardı edilmemesi, hesap harici tutulmaması, önemle üzerinde durulması gerekmektedir.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bu açıklamasından sonra, bu açıklamanın devamı niteliğinde değerlendirilebilecek bir beyanat da 6 Aralık tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Gazze’deki bir avuç sivil karşısında yüreği de bacağı da titreyen İsrail’in gerçek bir orduyla gerçek bir güçle karşı karşıya geldiğinde paramparça olacağı muhakkaktır. İsrail yönetiminin böyle bir acı akıbete gerek kalmadan bir an önce aklını başına toplamasını ümit ediyoruz. Bölgeye huzur gelmesinin tek yolunun, 1967 sınırlarında Doğu Kudüs’ün başkenti olduğu, coğrafi bütünlüğe sahip, bağımsız, egemen bir Filistin devletinin kuruluşundan geçtiğini bir kez daha hatırlatıyoruz.” demiştir.

Bu açıklamalardan sonra 25 Aralık tarihinde ise İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu “Savaşı, önümüzdeki günlerde derinleştirerek sürdüreceğiz. Bu savaş, uzun olacak ve sona yakın değiliz.” ifadelerini kullanmıştır.

Netenyahu’nun soykırımı sürdürme açıklamasından 2 gün sonra,  27 Aralık’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan “Diplomatik alanda gösterilen onlarca çabaya rağmen yüzlerce Gazzeli’nin öldürülmesine engel olamadık. Bir Müslüman olarak hepsinden önemlisi insan olarak kendi iç dünyamızda bu zulmü engelleyememenin mahcubiyetini yaşıyoruz. Türkiye devleti ve milletiyle bu insanlık imtihanını vermenin gayretindedir.” İfadeleriyle, Türkiye gibi birkaç ülkenin çabalarıyla münhasır kalan diplomatik çabaların neticesiz kalmasına vurgu yapmıştır.

Uluslararası Sistemin İflası

Bu süreç içerisinde BM Güvenlik Konseyi ile BM Genel Kurulu arasındaki çelişki ve uçurum bir defa daha tezahür etmiştir. Bu tezahür aynı zamanda Türkiye’nin de defaatle BM’nin mevcut yapısında talep ettiği revizyona ihtiyacın da ne kadar zaruri olduğunun da göstergesi olmuştur.

Gazze’de insani ateşkes çağrısına ilişkin BM Genel Kurulunda 25 Ekim’de yapılan oylamada 120 lehte, 14 aleyhte ve 45 çekimser oy çıkmış iken 13 Aralıkta aynı kapsamda yapılan oylamada 193 ülkeden 153’ü kabul, 10 ülke ret ve 23 ülke çekimser kalmıştır.

BM Genel Kurulu bu çerçevede kararlar alırken, 7 Ekimden bu güne BM Güvenlik Konseyi ise tam farklı, tam aksi yönde hareket edegelmiştir. 16, 18 ve 25 Ekim’de Gazze’ye ilişkin sunulan karar tasarıları ABD tarafından veto edilmiştir.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, görev süresi boyunca ilk kez yetkisini kullanarak, BM Şartı’nın 99. Maddesi çerçevesinde Gazze’deki insani felaketin önlenmesi için 6 Aralık’ta BMGK’ye mektup göndermiştir.

BM Güvenlik Konseyi’nin 22 Aralık tarihli toplantısında Gazze’de genişletilmiş insani yardımların kesintisiz ve güvenli erişimi için “acil adım atılması” talep edilen karar tasarısı kabul edilmiştir. Ancak bu kararda ateşkese yer verilmemiştir. Bu karara ilişkin oylama, karar üzerinde uzlaşma sağlanamaması nedeniyle daha önce dört defa ertelenmiştir. Kararın onaylandığı oturumda ABD ve Rusya kararda çekimser kalmışlar, karar da ancak o şekilde geçebilmiştir.

11 Kasım tarihinde İİT ve Arap Birliği’nin ortak zirve toplantısında yine Türkiye’nin girişimleriyle bir temas grubu kurulması kararı alınmıştır. Oluşturulan bu temas grubu da ateşkesin sağlanması için uluslararası aktörler nezdinde girişimlerde bulunmuşsa da arzu edilen netice henüz sağlanamamıştır.

Başta BM olmak üzere diğer uluslararası örgüt ve aktörlerin, bölgedeki İsrail sorununu çözmeye matuf aktif tutum içerisinde olmamaları veya olamamaları, inisiyatif alamamaları veya almaktan kaçınmaları sorunu giderek derinleştirmiş ve bugünkü tablonun ortaya çıkmasına, İsrail’in hem fütursuz saldırılarına hem de söylemlerine neden olmuştur.

İsrail’in bugüne kadar sürekli yapageldiği ancak kamuoyu bilgisinin bu kadar olmadığı saldırılarını, bugün tüm dünyanın gözü önünde ve bilgisi dâhilinde, tüm aktörleri, uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak devam ettirmesi, ettirebilmesi, 1947 taksim kararından itibaren uluslararası yapının İsrail’in önünü açan politikalarının bir sonucudur.

Gelinen noktada İsrail, BM’nin etkisizliğinin, uluslararası yapının iradesizliğinin farkında olarak saldırıları devam ettireceği, derinleştireceği ve sürdüreceğini açıklamaktadır. Bunu da uluslararası kamuoyunun saldırıların durdurulması ve BM Genel Kurulu kararlarına rağmen yapmaktadır.

Sürecin Devamı Durumunda…

Gerek İsrail’in kuruluş süreci, gerekse muhtelif tarihlerde vuku bulan Arap – İsrail savaşlarının neticeleri, gerekse İsrail’in Filistinlilere yönelik politikaları hep İsrail’in topraklarını genişletmesini ihtiva etmektedir. İsrail, komşu ülkelerin topraklarına tasallut ve işgal etmekten kaçınmamıştır. Filistinlerin topraklarını da yeni yerleşim yerleri açarak sürekli işgal etmektedir. Nitekim Gazze’ye yönelik saldırılarının da nihai amacının bu minvalde olduğu anlaşılmıştır.

Netenyahu’nun 25 Ekim’de yaptığı konuşmasında “Artık tek bir amaç için bir araya gelmenin zamanıdır; Zafere ulaşmak için hızla ilerlemek. Ortak gücümüz ile haklılığımıza ve Yahudi halkının ebediliğine olan derin inancımızla Hamas’a karşı Yeşaya kehanetini göreceğiz” ifadelerini kullanarak dini referanslara atıf yapması, orta ve uzun vadede vadedilmiş topraklar noktasındaki zihinsel arka planlarını ve yorum, komplo teorisi olarak değerlendirilemeyecek derecede açık olan ajandalarının net dışavurumudur.

10 Kasım’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Ülkemiz topraklarını da içeren vadedilmiş topraklar hezeyanıyla nükleer silah kullanma tehditleriyle sabrımızı zorluyorlar.” ifadeleri ise Netenyahu’nun konuşmasına bir mukabeledir…

İsrail’in durmadığı veya durdurulmadığı takdirde, daha önce karşı karşıya geldiği, defalarca savaştığı bölgesel aktörlerle tekraren ve/veya yeni bölgesel aktörlerle günün birinde yeni olarak karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz olarak görülmektedir. 1948’den 1973’e kadar 25 Senelik zaman dilimi içerisinde dört defa vuku bulmuş hadiselerin tekrar vuku bulmaması için İsrail’in hiçbir gayreti ve endişesi bulunmamaktadır.

İsrail’e Karşı Tepkilerin Artması

İsrail’in bugüne kadar sürekli yapageldiği ancak kamuoyunun bilgisinin bu kadar olmadığı, uluslararası haber ajansları tarafından perdelenen saldırılarına ilişkin görüntüler, günümüzde artık sosyal medya aracılığıyla tüm dünyaya anında ulaşmaktadır. Bu durum İsrail saldırılarını tam da tüm Dünyanın Gözü önünde haline getirmiştir… İsrail saldırılarının soykırıma dönüşmesi, bebek, kadın ve çocukların öldürülmesi, hastane ve ibadethaneler başta olmak üzere sivil hedeflerin vurulması küresel vicdan nezdinde infiale neden olmaktadır.

Doğudan batıya kuzeyden güneye dünyanın muhtelif yerlerinden muhtelif din ve etnik halkların İsrail’e karşı tepkileri giderek artmaktadır. Netenyahu’nun saldırılar aylarca devam edecek açıklamasında belirttiği gibi saldırıların aylarca sürmesi durumunda tepkiler de artarak devam etmesi muhtemeldir. Bu tepkiler siyaset kurumunu ve karar alıcıları da zorlayıcı bir duruma dönüşme ihtimalini de içermektedir. Saldırıların sürekliliği, ülkelerin İsrail’e karşı tutumunda da değişikliklere neden olacaktır. Nitekim BM Genel kurulundaki oylamalarda kısa sürede İsrail aleyhine olan oylardaki artış da bunun bir göstergesidir.

Savaşın aylarca devam etmesi durumunda, devam eden her bir ay Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın belirtiği çerçevedeki “Ya büyük bir savaş, ya da büyük bir barış çıkacak….” İhtimalini ve riski artan bir faktör olacaktır.

 

PDF Dökümanı İçin Tıklayınız: GAZZE’DEN “YA BÜYÜK BİR SAVAŞA – YA DA BÜYÜK BİR BARIŞA”

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *