Ana SayfaCategory

Dış Politika

 

Dünya Siyasetinin Genel Çerçevesi

Küresel siyasi manzara giderek daha çok kutuplu hale geliyor ve gücün çeşitli devlet ve devlet dışı aktörler arasında dağılmasıyla karakterize ediliyor. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’nın geleneksel Batı hakimiyetine, Çin ve Hindistan gibi yeni güçlerin yükselişi meydan okuyor.

Küreselleşme, ülkeler arasındaki ekonomik karşılıklı bağımlılığı yoğunlaştırdı ve uluslararası iş birliğini gerekli ama aynı zamanda daha karmaşık hale getirdi. Uluslararası kuruluşlar (örneğin Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü) küresel ilişkilerin yönetilmesinde kritik roller oynamaktadır. Ancak bu kurumlar değişen güç dinamiklerine uyum sağlama ve küresel sorunları etkili bir şekilde ele alma konusunda zorluklarla karşı karşıyadır. Bölgesel çatışmalar ve güvenlik kaygıları (örneğin Orta Doğu’daki istikrarsızlık) küresel siyaseti şekillendirmeye devam ediyor. Büyük güçler sıklıkla kendilerini doğrudan ya da ittifaklar yoluyla bu bölgesel meselelerin içinde buluyorlar.

Çin’in Dünya Siyasetindeki Konumunun Genel Çerçevesi

Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisidir ve küresel ekonomik büyümenin temel itici gücüdür. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi, küresel ticaret bağlantılarını güçlendirme ve Asya, Afrika ve Avrupa’daki nüfuzunu artırma stratejisinin bir örneğini oluşturuyor. Çin, geniş üretim tabanından ve tüketici pazarından yararlanarak kendisini birçok ülke için kritik bir ticaret ortağı olarak konumlandırmış vaziyettedir.

Çin, ileri teknolojiye, güç projeksiyon yeteneklerine odaklanarak ve stratejik nükleer kuvvetlerini geliştirerek ordusunu önemli ölçüde modernize etti. Halk Kurtuluş Ordusu, savaşa hazırlığını ve operasyonel esnekliğini geliştirmek için yeniden yapılandırıldı. Çin’in Güney Çin Denizi, Tayvan Boğazı ve Hindistan sınırı boyunca yürüttüğü askeri faaliyetler, onun toprak anlaşmazlıkları ve bölgesel hakimiyet konusundaki iddialı duruşunu yansıtmaktadır.

Çin, çıkarlarını geliştirmek için ikili ilişkiler ve çok taraflı kuruluşlara katılımın bir karışımını kullanmaktadır. Diğerlerinin yanı sıra Şangay İşbirliği Örgütü, BRICS ve G20’de aktiftir. Çin, kültürünü, değerlerini ve kalkınma modelini teşvik ederek yumuşak güce yatırım yapmaktadır. Konfüçyüs Enstitüleri, uluslararası medya ve kalkınma yardımı, küresel imajını geliştirmek için kullanılan araçlardır.

Çin, yapay zeka, 5G teknolojisi ve yenilenebilir enerji gibi sektörlere odaklanarak inovasyonda küresel bir lider olmayı hedefliyor. Araştırma ve geliştirmeye yaptığı yatırımlar oldukça önemlidir ve ekonomik ve güvenlik hedefleriyle stratejik olarak uyumludur.

Çin, hem sera gazlarının önemli bir yayıcısı hem de yenilenebilir enerjide önemli bir yatırımcı olarak küresel iklim politikasında kilit bir oyuncudur. Karbon emisyonlarını 2030’dan önce zirveye çıkarmayı ve 2060’a kadar karbon nötrlüğe ulaşmayı taahhüt etti.

Çin’in siyasi sistemi ve özellikle Sincan, Hong Kong ve ifade özgürlüğüne ilişkin insan hakları sicili, önemli uluslararası eleştirilere maruz kalmasına neden olmaktadır. Bu sorunlar onun küresel duruşunu ve Batı demokrasileriyle ilişkilerini etkilemektedir. Adil olmayan ticaret uygulamaları, fikri mülkiyet hırsızlığı ve devlet kapitalizmi suçlamaları, Çin’in özellikle ABD ile olan ticari ilişkilerinde çekişme noktalarıdır.

 

Yahudi Sermayesi ve Çin

Yükselen bir süper güç olarak Çin, Yahudi sermayesi ve Siyonist gruplar da dahil olmak üzere küresel ilgiyi üzerine çekmektedir.

Tarihsel olarak, Song Hanedanlığı (MS. 960-1279) döneminde Çin’e yerleşen Kaifeng Yahudileri gibi dikkate değer istisnalar dışında, Yahudi toplulukları Çin’de minimum düzeyde varlığa sahip olmuşlardır. 20. yüzyılda Şangay, Holokost’tan kaçan Yahudiler için bir sığınak haline gelmiş ve bu da şehirde geçici ama önemli bir Yahudi varlığına yol açmıştı. Ancak bugün Çin’deki Yahudi cemaati Avrupa, Amerika ve İsrail’dekilerle karşılaştırıldığında nispeten küçük kalmaktadır.

Genellikle Yahudi girişimciler ve finans kurumları tarafından temsil edilen Yahudi sermayesi, Çin’i hedef alan herhangi bir spesifik veya koordineli bir plan göstermemektedir. Ancak finans ve ticaretin küreselleşmesi, doğal olarak Yahudi ticari çıkarları ile Çin’in gelişen ekonomisi arasında etkileşimlere yol açtı. Önde gelen Yahudi iş dünyası figürleri ve firmaları, benzersiz bir stratejik plan yerine daha geniş ve sıradan küresel yatırım eğilimlerini yansıtarak Çin’le ilişkilerini geliştirmektedirler.

Örneğin Goldman Sachs gibi Yahudi kökenli yatırım firmaları Çin’de faaliyet gösteriyor ancak faaliyetleri küresel yatırım stratejileriyle uyumlu. Yahudi sermayesinin Çin’e katılımının, etnik-dinsel güdülerin yönlendirdiği hedefli bir çabadan ziyade, dünyanın en hızlı büyüyen pazarlarından birinde fırsatlar arayan uluslararası sermayenin daha geniş bir eğiliminin parçası olduğu görülmektedir.

Öncelikle İsrail Devleti’nin kurulmasına ve desteklenmesine odaklanan Siyonist hareketler, tarihsel olarak çabalarını önemli Yahudi nüfuslarının bulunduğu veya İsrail’i doğrudan etkileyen jeopolitik çıkarların bulunduğu bölgeler üzerinde yoğunlaştırmıştır. Nispeten küçük Yahudi topluluğu ve müdahaleci olmayan dış politikasıyla Çin, bugüne kadar Siyonist gündemlerin birincil odak noktası olmamıştır.

Çin ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkiler, 1992’de resmi diplomatik bağların kurulmasından bu yana önemli ölçüde gelişmiştir. Bu ilişki, Siyonist ideolojik arayışlardan ziyade, özellikle teknoloji ve yenilik alanlarındaki karşılıklı ekonomik çıkarlar tarafından yönlendirilmiştir. İsrail-Çin ilişkisi pragmatik; ticaret, yatırım ve teknolojik iş birliği merkezlidir. Son yıllarda İsrail ve Çin güçlü bir ekonomik ortaklık geliştirdiler. Çin, İsrail teknolojisi ve altyapı projelerinde önemli bir yatırımcı haline gelirken, İsrail de Çin’i teknolojik yenilikleri açısından çok önemli bir pazar olarak görmektedir. Bu ekonomik ilişki genellikle Çin’in Kuşak ve Yol projesi bağlamında çerçeveleniyor ve İsrail’in stratejik konumu bu proje özelinde potansiyel lojistik avantajlar sunuyor. Çin-İsrail ilişkileri etnik-dini stratejilerden ziyade pragmatik ekonomik çıkarlar tarafından yönlendirilmektedir.

 

Çin’de Yahudi Lobiciliği

Lobicilik, çeşitli grupların hükümet politikalarını ve kararlarını etkilemeye çalıştığı birçok demokraside yaygın bir uygulamadır. ABD’de Yahudi örgütleri köklü bir varlığa sahiptir ve çeşitli konularda etkin bir şekilde lobi faaliyeti yürütebilmektedir. Ancak Çin’deki siyasi ve sosyal manzara oldukça farklıdır. ABD’de lobicilik, siyasi sürecin düzenlenmiş ve ayrılmaz bir parçasıdır. Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) ve Hakaretle Mücadele Birliği (ADL) gibi Yahudi örgütleri önde gelen lobicilerdir. Bu lobiciler kanun koyucularla yakın ilişkiler kurar, politika tartışmalarına katılır ve kamuoyunu harekete geçirir.

Çin Komünist Partisi (ÇKP) tarafından yönetilen Çin’in siyasi sistemi, ABD’ninkinden temel olarak farklıdır. ÇKP, bağımsız lobicilik çabalarına sınırlı tolerans göstererek, siyasi faaliyetler ve kamusal söylem üzerinde sıkı bir kontrole sahiptir. Çin siyasetinin merkezi doğası, karar alma süreci yukarıdan aşağıya hiyerarşiktir ve ABD’de uygulandığı gibi kamu lobiciliği hem yaygın değildir hem de tipik olarak izin verilmemektedir.

Çin’deki Yahudi cemaati küçüktür ve ABD’deki gibi tarihsel ve örgütsel varlığa sahip değildir. Şanghay ve Pekin gibi büyük şehirlerde Yahudi gurbetçiler ve bazı iş adamları bulunsa da bunlar önemli bir siyasi veya sosyal güç oluşturamamaktadır. Dolayısıyla lobi faaliyeti yapma kapasiteleri sınırlıdır. Çin hükümeti, dış nüfuz ve lobi faaliyetlerine ilişkin katı düzenlemelerle siyasi faaliyetleri sıkı bir şekilde kontrol ediyor. Bağımsız lobi faaliyetlerine, özellikle de dış müdahale olarak algılananlara izin verilmez. Çin’in sivil toplumu ABD’ye kıyasla az gelişmiştir. STK’lar ve savunuculuk grupları, Yahudi örgütleri de dahil olmak üzere herhangi bir grubun bağımsız olarak faaliyet göstermesini ve lobi faaliyetinde bulunmasını zorlaştıran katı düzenlemelerle karşı karşıyadır.

Son gelişmeler ışığında Çin’in İsrail aleyhine Gazze lehine bir tavır takınması da mevcut olarak Çin üzerinde güçlü bir Yahudi-İsrail etkisi olmadığı fikrini desteklemektedir. Çin’in mevcut Gazze politikası, ateşkesi teşvik etmek, insani yardım sağlamak ve İsrail-Filistin çatışmasına iki devletli çözümü savunmak etrafında şekillenmektedir. Çin, Filistin Ulusal Yönetimi ve Birleşmiş Milletler kuruluşları aracılığıyla yapılan 2 milyon dolarlık yardım da dahil olmak üzere Gazze’ye acil insani yardım sağladı ve yardımlarını sürdürme sözü verdi. Bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıyla iki devletli çözüm ihtiyacını vurgulayan Çin, uluslararası fikir birliğine varmak ve Filistin sorununa erken, kapsamlı, adil ve kalıcı bir çözüm bulmak için daha yetkili bir uluslararası barış konferansının toplanmasını savunuyor. Dengeli bir pozisyon alarak sivillere yönelik saldırıları kınayan ve ateşkes çağrısında bulunan Çin, İsrail’in eylemlerini “toplu cezalandırma” olarak eleştiriyor ve bu yaklaşımı hem Arap hem de İsrail taraflarıyla iyi ilişkiler sürdürmenin bir yolu olarak görüyor. Kuşak ve Yol Projesi aracılığıyla Arap ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirmeyi ve Filistin meselesinde birleşik bir duruş oluşturmayı hedefleyen Çin, aynı zamanda İran ve Rusya ile de ortak bir duruş sergiliyor. Çin, Gazze’ye insani yardım sağlamaya devam etme sözü verirken, uluslararası topluma çatışmanın yayılmasını ve bölgesel istikrarı etkilemesini önlemek için pratik önlemler alması çağrısında bulunuyor. Bu politikalarla Çin, çatışmaya barışçıl bir çözüm getirilmesini teşvik etmeye, etkilenenlere insani yardım sağlamaya ve diplomatik çabalarla bölgesel nüfuzunu güçlendirmeye odaklanıyor.

Yahudi ya da Siyonist grupların etkisinin hangi süper güç üzerinde ne ölçekte olduğunu anlayabilmek için ABD ve Çin’in tutumlarını kıyaslamak gerekmektedir. Çin ve ABD, İsrail’e karşı jeopolitik stratejileri ve dış politika öncelikleri doğrultusunda farklı tutumlar sergiliyor. Çin, ateşkes ve iki devletli çözümü savunan, Gazze’ye insani yardım sağlayan ve Kuşak ve Yol İnisiyatifi gibi girişimler yoluyla bölgesel istikrarı teşvik etmek için hem İsrail hem de Arap ülkeleriyle diplomatik ilişkiler kuran dengeli bir tutum sürdürüyor. Bunun tersine, ABD’nin İsrail ile güçlü bir ittifakı var. Bu ittifak önemli askeri ve ekonomik destek, siyasi destek ve İsrail’in eylemlerinin uluslararası forumlarda savunulmasını içeriyor. Çin, insani yardım ve ekonomik iş birliğine vurgu yaparken, ABD, çoğunlukla İsrail yanlısı lobi gruplarından etkilenen stratejik ortaklık ve güvenlik kaygılarına odaklanıyor. Bu, Çin’in tarafsız bir aktör olarak görülmesine, ABD’nin ise İsrail’in sadık bir destekçisi olarak görülmesine yol açmaktadır.

 

İsrail’in Çin’deki Yatırımları ve Gelecek Planları

İsrail’in Çin’le ekonomik ve diplomatik ilişkileri son birkaç on yılda önemli ölçüde arttı. İsrailli şirketler Çin’in gelişen teknoloji sektörüne giderek daha fazla yatırım yapıyor. Buna yapay zeka, siber güvenlik ve biyoteknolojiye odaklanan startuplar ve Ar-Ge merkezleri de dahildir. İsrail’in teknoloji ekosistemi yenilikçiliğiyle ünlüdür ve Çinli firmalar, teknolojik uzmanlıklarından yararlanmak için İsrailli startup’larla işbirliği yapmaya büyük ilgi göstermektedir.

Su yönetimi ve tuzdan arındırma konusunda uzmanlaşmış İsrailli şirketler Çin pazarında önemli ilerlemeler kaydetti. Çin’in acil su kıtlığı sorunları göz önüne alındığında, İsrail’in verimli su kullanımı, sulama ve arıtma teknolojilerine büyük değer veriliyor. Damla sulama ve hassas tarım gibi tarımsal teknolojilere yapılan yatırımlar, Çin’de tarımsal verimliliğin artırılmasına yardımcı oluyor. İsrail’in bu alanlardaki uzmanlığı, Çin’in tarım sektörünü modernleştirme çabalarına katkıda bulunuyor. İsrail’in Çin’deki yatırımları sadece ekonomik amaçlı değil, aynı zamanda stratejik açıdan da önemlidir. Ortaklık, ikili bağları güçlendirmeye ve iki ülke arasındaki karşılıklı anlayışı geliştirmeye hizmet ediyor. Çin’in geniş pazarı İsrailli şirketlere genişleme fırsatları sunarken, İsrail’in teknolojik ilerlemeleri Çin’in inovasyonda küresel lider olma hedefleriyle uyumlu. Tıpkı ABD’de olduğu gibi Yahudi sermayesi küresel güç olan Çin’de kendine bir yer edinmeye çalışıyor. Böylelikle Çin’in gelecek yüzyıllarında ülkenin kritik noktalarında yer edinerek ülkede söz sahibi bir grup oluşturmayı hedeflemektedir.

Gelecek planları arasında ikili ticareti daha sorunsuz hale getirmek için ticaret anlaşmalarının müzakere edilmesi yer alıyor. İsrail, ticaret engellerini azaltmayı ve Çin’deki İsrail mal ve hizmetlerine yönelik pazar erişimini artırmayı hedefliyor. Her iki ülke de yenilenebilir enerji, otomotiv teknolojileri ve akıllı şehirler dahil olmak üzere çeşitli ekonomik sektörlerde iş birliğini genişletmeyi amaçlıyor. Bu, Çin’in yeşil teknoloji ve akıllı altyapı projelerine İsrail yatırımlarının artmasını içermektedir.

İsrail’in Çin’deki yatırımları, ortak ekonomik çıkarlar ve tamamlayıcı güçler üzerine kurulu stratejik bir ortaklığı yansıtıyor. Ticareti genişletme planları, teknolojik iş birliğinin artması ve diplomatik bağların güçlendirilmesiyle İsrail-Çin ilişkilerinin geleceği için karşılıklı bağımlılık görüntüsü sunmaktadır.

 

Yararlanılan Kaynaklar

Beyaz, F. (2024). Çin’in Gazze Politikası. HESAM. https://hesam.org.tr/portfolio/cin-gazze-politikasi/

Chase, M. S. (2016). China’s Incomplete Military Transformation: Assessing the Weaknesses of the People’s Liberation Army (PLA). RAND Corporation.

Cottle, T. (2024). Western powers unveiled their plan to counter China. The National Interest. Retrieved June 23, 2024, from https://nationalinterest.org

Efron, S., Haskel, E., Herzog, R., & Laskai, L. (2019). “Chinese Investment in Israeli Technology and Infrastructure.” RAND Corporation Research Report.

Ferdinand, P. (2016). “Westward ho—the China dream and ‘one belt, one road’: Chinese foreign policy under Xi Jinping.” International Affairs, 92(4), 941-957.

Fewsmith, J. (2013). “The Logic and Limits of Political Reform in China.” Cambridge University Press.

Freund, M. (2015). “Jewish Entrepreneurs and the Chinese Market.” Journal of Global Business and Economic Policy, 8(3), 122-139.

Goldman, M. (2014). “China’s Political Development: Chinese and American Perspectives.” Rowman & Littlefield Publishers.

Haass, R. (2020). The World: A Brief Introduction. Penguin Press.

Human Rights Watch. (2022). “World Report 2022: China.”

Ikenberry, G. J. (2011). Liberal Leviathan: The Origins, Crisis, and Transformation of the American World Order. Princeton University Press.

Kennedy, S. (2016). “The myth of the Beijing Consensus.” Journal of Contemporary China, 19(65), 461-477.

Kurlantzick, J. (2007). Charm Offensive: How China’s Soft Power is Transforming the World. Yale University Press.

Li, Y., & Wang, Y. (2021). “China’s path to carbon neutrality.” Nature Climate Change, 11(9), 789-790.

Lowy Institute. (2024). The future of US-China relations: Balancing competition and cooperation. Lowy Institute. Retrieved June 23, 2024, from https://www.lowyinstitute.org

London Daily. (2024). Tony Blair urges western powers to stand up to China. London Daily. Retrieved June 23, 2024, from https://londondaily.com

McBride, J., & Chatzky, A. (2019). “Is ‘Made in China 2025’ a Threat to Global Trade?” Council on Foreign Relations.

Mearsheimer, J. J. (2014). The Tragedy of Great Power Politics. W.W. Norton & Company.

Nye, J. S. (2011). The Future of Power. PublicAffairs.

Office of the United States Trade Representative. (2020). “2020 Report to Congress On China’s WTO Compliance.”

Shambaugh, D. (2016). “China’s Future.” Polity Press.

Shichor, Y. (2016). “Israel’s China Policy: Opportunities and Challenges.” International Journal of Middle Eastern Studies, 48(2), 285-302.

Stiglitz, J. E. (2002). Globalization and Its Discontents. W.W. Norton & Company.

Waltz, K. (2010). Theory of International Politics. Waveland Press.

Wu, G. (2015). “The China Puzzle: Conflict of Interest, Identity, and Policy.” Stanford University Press.

Yale Journal of International Affairs. (2024). Deterring China’s military aggression: DoD strategic options for securing the Western Pacific. Yale Journal of International Affairs. Retrieved June 23, 2024, from https://www.yalejournal.org

Zhu, Z. (2010). China’s New Diplomacy: Rationale, Strategies, and Significance. Ashgate Publishing.

 

PDF Dosyasına Ulaşmak İçin Tıklayınız: Çin’in Küresel Siyasetteki Duruşu Ve Yahudilerle İlişkileri

GPjQS4XWYAAcCPm

İSRAİL SALDIRGANLIĞINA KARŞI D-8 BİLDİRGESİ

Bangladeş, Mısır, Endonezya, İran, Malezya, Nijerya, Pakistan ve Türkiye’yi temsil eden D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Dışişleri Bakanları tarafından yapılan son açıklama, İsrail’in eylemlerine karşı ortak bir duruşu yansıtıyor. 8 Haziran 2024’te İstanbul’da kabul edilen bu belge, İsrail saldırganlığını güçlü bir şekilde kınayan ve Filistin halkının karşı karşıya olduğu insani ve siyasi krize çözüm bulmayı amaçlayan bir dizi tedbir çağrısı içeren bir bildirgedir.

Bildirinin, Orta Doğu’da süregelen jeopolitik gerilimler, Filistin devleti için verilen tarihi mücadele ve uluslararası diplomatik angajmanların dinamikleri gibi daha geniş bir bağlamda anlaşılması gerekiyor. Bölgede önemli Müslüman nüfusa ve siyasi çıkarlara sahip olan D-8 ülkeleri, Filistin davası konusunda uzun zamandır sesini yükseltiyor. Bu beyan, bu konuya olan bağlılıklarını vurgulamakta ve aşağıdaki temel hususları vurgulamaktadır:

1. Saldırıyı Kınama ve Ateşkes Çağrısı

Bildirgede “acımasız ve insanlık dışı İsrail saldırganlığı” açıkça kınanıyor ve derhal, koşulsuz ateşkes talep ediliyor. Devam eden şiddete karşı, uluslararası insani kaygılarla barış çağrısında bulunuldu.

2. İnsani Yardım Erişimi ve Koruma

Gazze’deki vahim insani durumun vurgulandığı bildiride, engelsiz insani erişim ve temel hizmetlerin sağlanması çağrısında bulunuldu. İnsani yardım dağıtımı için bir BM mekanizması oluşturmaya odaklanılması, krizi hafifletmek için yapılandırılmış uluslararası müdahaleye yönelik bir baskıya işaret ediyor.

3. Yasal ve Siyasi Sorumluluk

Bildirge, devletleri Uluslararası İnsani Hukuk ihlallerine karşı yasal süreçleri desteklemeye çağırarak, İsrail’i eylemlerinden sorumlu tutmayı amaçlıyor.

4. Filistin Devletine Destek

Filistinlilerin 1967 sınırları boyunca, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devlete sahip olma haklarını yeniden teyit eden deklarasyon, D-8’in iki devletli çözüme verdiği desteği yineliyor. Aynı zamanda Filistin’in BM’ye tam üyeliğinin tanınması çağrısında bulunarak, Filistin devletinin uluslararası meşruiyetinin arttırılması yönündeki diplomatik çabanın altını çiziyor.

5. Yerleşim Faaliyetlerinin Kınaması

Bildirgede İsrail’in yerleşim faaliyetleri ve Doğu Kudüs’ün karakterini değiştirmeye yönelik eylemleri kınanıyor. Bu, yerleşim yerlerinin uluslararası hukuka göre yasa dışı olduğu ve barışa engel olduğu yönünde uzun süredir devam eden uluslararası eleştiriler de bildirgeyi desteklemektedir.

Bildirge, D-8 üye ülkelerinin Filistin davasına ilişkin dayanışmasını güçlendiriyor ve potansiyel olarak bölgesel siyasetteki kolektif nüfuzlarını arttırabilir. Bu aynı zamanda İsrail politikalarına karşı birleşik bir cephenin sinyalini verirken, İsrail’in bu ülkelerle ve Filistin’in durumuna sempati duyan diğer ülkelerle diplomatik ilişkilerini etkileyebilir.

Bildirge, tüm devletleri İsrail’e diplomatik, siyasi, ekonomik ve hukuki baskı uygulamaya çağırarak, daha geniş bir uluslararası koalisyonu harekete geçirmeyi amaçlıyor. Bu, İsrail’in eylemlerinin küresel olarak daha fazla incelenmesine yol açabilir ve potansiyel olarak ABD ve Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere büyük güçlerin politikalarını etkileyebilir.

BM kararlarına ve Uluslararası Adalet Divanı’nın rolüne yapılan vurgu, çatışmanın çözümünde çok taraflı kurumların önemini vurgulamaktadır. Bu, uluslararası hukuku destekleme ve anlaşmazlıkları arabuluculuk yapmak ve çözmek için uluslararası kuruluşlardan yararlanmaya verilen önemi vurgulamaktadır.

İnsani yardıma ve sivillerin korunmasına yapılan güçlü vurgu, Filistin halkının acil ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik iş birliği yapılmasının önemini vurguluyor. Bu insani odaklanma, uluslararası destek ve yardım çabalarını harekete geçirebilir ve potansiyel olarak Gazze’deki insani krizi hafifletebilir. D-8 üyesi olan ve Gazze’ye komşu olan Mısır, bu konuda daha fazla sorumluluk alabilir.

Bildirge güçlü bir birleşik duruş sergilemekle birlikte önemli zorluklarla da karşı karşıyadır. İsrail’in yerleşik konumları ve Filistin siyasetinin karmaşıklıkları da dahil olmak üzere Orta Doğu’nun jeopolitik gerçekleri, önerilen önlemlerin uygulanmasının önünde önemli engeller oluşturmaktadır. Üstelik uluslararası hukuk mekanizmalarının güçlü devletleri sorumlu tutmadaki etkinliği tartışmalı bir konu olmaya devam ediyor.

Yazının PDF Dökümanı İçin Tıklayınız: İsrail Saldırganlığına Karşı D-8 Bildirgesi

Yazar: Arş. Gör. Mustafa Ateş

Milli Görüş hareketi, “Yaşanabilir bir Türkiye, yeniden büyük Türkiye ve yeni bir dünya” vizyonuyla ulusal ve küresel siyasette bir hedef ortaya koymuştur. Türk dış politikasına yönelik alternatif söylemler ve politikalar üretirken, küresel siyasette de etkili pozisyon alma gayreti gütmüştür. Milli Görüş hareketinin kurucu lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Türkiye’nin Batı-merkezli politikasına karşı çıkmış “şahisyetli bir dış politika” anlayışıyla özellikle İslam dünyasını ve mazlum coğrafyaları kapsayan küresel bir vizyon çizmiştir. Erbakan “Yeni bir dünya” anlayışıyla İslam dünyasıyla yakınlaşma ve iş birliği kurma çabası gütmüştür. İki aşamadan oluşan Yeni Bir Dünya ideali, emperyalizme karşı birlik ve beraberliğin oluşturulması amacıyla müslüman ülkelerin bir araya gelmesini ve mazlum coğrafyaların gayri adil müesses düzene karşı birlik oluşturmasını içermektedir.[1]

İslam birliğinin ilk adımı olarak, gelişmekte olan müslüman ülkelerin bir araya gelmesiyle 1996 yılında D-8 kurulmuştur. D-8, küresel sisteme karşı bir meydan okuma hareketi olarak tezahür etmiştir. Ekonomik iş birliği amacıyla uluslararası bir kuruluş olan D-8, adaletten uzak global sömürü sisteminin karşısında yer alarak, zulüm dünyasına karşı saadet dünyasını temsil etmektedir. Müstekbirlere (kendini üstün gören, ezen, sömüren) karşı mustazafları (ezilmiş, ekonomik bakımdan fakir hale getirilmiş, güçlü devletlerce sömürülmüş, zayıf topluluklar) savunan D-8, 8 üye ülkeden (Bangladeş, Endonezya, İran, Malezya, Mısır, Nijerya, Pakistan ve Türkiye) oluşmaktadır.

Erbakan’ın dış politika anlayışı yalnızca 8 müslüman ülke ile sınırlı değildir. Erbakan “İslam kardeşliği” yaklaşımıyla tüm Müslüman ülkelerin birlikte hareket etmesinin gerekliliğine inanmıştır. Onun Türkiye sınırlarını aşan yaklaşımı, İslam dünyasında etkili bir rol almasıyla sonuçlanmıştır. Erbakan Türkiye’yi merkeze alarak İslam dünyasına yön tayin etme ve Milli Görüş ideolojisini yayma gayreti gütmüştür. Yeni adil bir düzen tesis etmek amacında olan Erbakan, D-8’de Türkiye’nin pozisyonunu şu şekilde tanımlamaktadır: “Biz iki tane kadanıdımız açtık, birisi bütün Asya ta Endonezya’ya kadar, birisi Afrika Nijerya’ya kadar. Türkiye dünyanın merkezidir.”[2]

Erbakan önderiliğinde Milli Görüş hareketi İslam dünyası içerisinde kurucu bir pozisyon elde etmiştir. Öyle ki Milli Görüş, dünyadaki İslami hareketlerle yakın ilişki içerisinde olmuş, zaman zaman o hareketlere tecrübe aktarımında bulunmuştur. Bunun örneklerinden birisi Fas Adalet ve Kalkınma Partisi (Hizb el-Adale ve’t-Tenmiye – HAT)’nin kuruluş sürecinde görülmektedir. HAT’ın dini kolu olan Tevhid ve Islah Hareketi (TIH) ile Milli Görüş hareketi yakın ilişki içerisindedir. İslami bir hareket olarak varlık gösteren TIH’ın siyaset sahnesine çıkmasında ve partilileşme sürecinde, Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan’ın büyük bir rolü vardır. HAT’ın dış ilişkiler ofisi üyesi olan Dr. İdris Bunuu, toplumsal bir hareket olan TIH’ın siyasete giriş sürecinde Erbakan’ın önemli teşviki olduğunu belirtmektedir. Bunuu, Erbakan’ın genel olarak İslami hareketlerin ve özelde TIH’ın toplumsal hedeflerine ulaşma noktasında siyaseti bir kapı olarak görmelerinde önemli bir rol oynadığını ifade etmektedir. Erbakan, TIH’ın ve HAT’ın liderlerini eylem, değişim ve reform çerçevesinde siyasi eylem ve uygulamanın önemine inanma hususunda ikna etmeyi başarmıştır. Bunuu Erbakan’ın yaklaşımını siyasi arka plana sahip ilham verici bir uygulama olarak ve Erbakan’ı da bu siyasi pratiğin lideri olarak nitelendirmiştir. Erbakan’ın Fas’ta ve Fas dışında İslami hareketin evlatları tarafından takdir edildiğini ve saygı duyulduğunu belirten Bunuu, İslami altyapıya sahip pek çok siyasi tecrübenin diğer akımlarla mücadelesindeki başarısının Erbakan sayesinde olduğunu belirtmektedir.[3]

Toplumsal bir hareket olan TIH’ın siyasal bilince ulaşmasında, yönlendirici bir isim ve fikir babası olan Erbakan, Fas’ta hareketin lierleriyle gizli bir toplantı gerçekleştirmiştir. Nihayetinde siyasi bir hareket olarak HAT, Erbakan’ın tavsiye ve telkinleri sonucu teşekkül etmiştir.[4] TIH, o zamana kadar hedefleri itibariyle toplumsal bir hareket olmaktan öteye gidememiştir. TIH’ın Fas’taki girişimlerini takdirle karşılayan Erbakan, hareketin lideri olan Saadettin Osmani’ye çalışmaların güzel, gerekli ancak yetersiz olduğunu ifade etmiştir. Erbakan, siyasi güç haline gelinmediği sürece iktidar sahiplerinin yapılan girişimleri baltalayacağını belirterek, hareketin siyasallaşması tavsiyesinde bulunmuştur.[5] Dönemin HAT milletvekillerinden birisi olan el-Mukri İdrisi 2011 yılında yaptığı açıklamada 1990 yılında Erbakan’ın Fas’ta kendilerini ziyaret ettiğini, şartların ağır olduğu o dönemde toplantının gizli gerçekleştiğini ve o görüşme sonrası dünya görüşlerinin değişerek, hareket olarak müthiş bir motivasyon elde ettiklerini ifade etmiştir.[6] Dönemin Saadet Partisi İstanbul İl Başkan Yardımcısı olan Mustafa Kaya da 2000’li yılların başında Fas’a yönelik gerçekleştirdikleri kapsamlı bir ziyarette, dönemin hareket lideri Abdülkerim el-Hatip ile yaptıkları görüşmede, hareketin siyasi zeminde faaliyet göstermesi hususunda Erbakan’ın teşvik ve telkini olduğunu teyit etmektedir.[7]

TIH ve HAT mensuplarının Erbakan’a özel bir hayranlık besledikleri görülmektedir. Kaya yaptıkları ziyarette, Fas toplumunda Erbakan’a karşı büyük bir sempati gördüklerini belirtmiştir. Aynı zamanda hareket mensuplarının Milli Görüş’ün Türkiye’de yasal zeminde bir siyasi pratiğe sahip olmasının etkilerini müşahede ettiklerini ifade etmiştir.[8] Kaya, Erbakan’ın düzenlemiş olduğu Müslüman Topluluklar Birliği toplantılarının her iki hareketin kaynaşmasında oynadığı rolü vurgulamaktadır. Kaya aynı zamanda hareket liderlerinin (Saadettin Osmani, Muhammed Hamdavi) Erbakan’dan çok etkilendikleri, onu bir yol gösterici olarak gördüklerine dair birçok konuşma ve değerlendirmelere şahit olduğunu belirtmiştir.[9] 2006 yılında Anadolu Gençlik Derneği İstanbul şubesini ziyaret eden HAT Genel Başkanı Saadettin Osmani, Erbakan’a olan hayranlığını dile getirerek bunun nişanesi olarak oğlunun ismini Necmettin koyduğunu belirtmiş ve şu açıklamaları yapmıştır:

“Millî Görüş Türkiye’de ortaya çıkmış ve liderliğini Erbakan Hocamız yapmıştır. Fakat bu dava evrenseldir. Erbakan sadece Türkiye’ye değil bütün dünyaya huzur getirecek bir projenin temellerini atmıştır. Fas halkı Erbakan’a karşı büyük bir hayranlık beslemekte ve bunu her fırsatta dile getirmektedir.”[10]

2011 yılında Erbakan’ın cenazesine katılan TIH lideri Muhammed Hamdavi ise şu açıklamaları yapmıştır:

“Dünyada diğer İslami hareketler siyasetle hizmet yapmak caiz mi değimli tartışması yaparken Erbakan bu siyasi arenaya çoktan girmişti. Hatta Başbakan Yardımcısı olarak Kıbrıs’a kadar ulaşmıştı. Diğerlerine göre çok daha derin ve ferasetli bir ufka sahipti. İslami çizgisinden sapmayarak hem bu yüzyılın hem de geçmiş yüzyılın siyasi İslami direnişçisi olduğunu gösterdi.”[11]

Hamdavi, 2015 yılında İstanbul’da düzenlenen Erbakan’ı anma programına katılarak Erbakan’ın maddi ve manevi kalkınmayı sağlarken, insanların kalbine imanı yerleştirdiğini ve bu bakımdan pek çok yönüyle kendilerine ve sonraki nesillere örnek bir şahsiyet olduğunu ifade etmiştir.[12]

Hareket siyasi alandaki faaliyetlerinde “Türk modelini” örnek almıştır. Türk modeli olarak temel alınan düşünce ve pratik, Erbakan’ın ve Milli Görüş hareketinin Türk siyasi sahnesindeki faaliyetleri olmuştur. Erbakan liderliğindeki İslami hareket mensuplarının devlet baskısına rağmen siyasi aktivizmini sürdürme kararlılığı, HAT açısından “Türk modelinin” cazibesini oluşturmuştur.[13]

HAT’ın dini kolu TIH’ın selefi olan Abdelilah Benkirane liderliğindeki Cemaati İslamiyye, 1980’lerin sonları ve 1990’lar boyunca Erbakan ve Milli Görüş’ün İslami siyasetini ayrıntılı bir şekilde incelemiş ve takip etmiştir. Hareket, Milli Görüş’ün siyasi eylem ve ptatiğini takip ederek kendi siyasi çizgisine yön verme çabası içerisinde olmuştur. Benkirane hükümetinde İletişim Bakanlığı yapan Mustafa Halfi, Erbakan liderliğindeki “Türk modeli”nin İslami değerlerle modern sivil devletin gerekliliklerini uyum içerisinde yürüttüğünü belirtmiştir. Halfi, 1970’lerde Milli Selamet Partisi, 1980’lerde ve 1990’larda Refah Partisi ile Türkiye’de yaşananları incelediklerini, bu sayede sistemi boykot etmek ve yok saymak yerine siyasi pratiğe katılım fikrini benimsediklerini ifade etmiştir.[14]

Nihayetinde Erbakan liderliğindeki Milli Görüş hareketi siyasi eylem ve uygulamaları ile Türkiye sınırlarında “şahsiyetli dış politika” vizyonuyla “yaşanabilir bir Türkiye, yeniden büyük Türkiye” sloganıyla hareket ederken, “yeni bir dünya” sloganıyla da küresel bir vizyon ortaya koymuştur. İslam dünyasında etkili bir rol oynayan Milli Görüş hareketi, küresel mahiyette oyun kurucu bir rol üstlenmiştir. Milli Görüş’ün bu kurucu rolü Fas’taki toplumsal bir hareket olan TIH’ın siyasallaşma sürecinde de kendini göstermiştir. Erbakan’ın ve Milli Görüş hareketinin Türkiye siyasetinde yasal zeminde yürüttüğü siyasi pratiği TIH ve partileşme sonrası HAT için ilham kaynağı olmuştur.

[1] Necmettin Erbakan, İslam Birliği, Ankara: MGV Yayınları, 2023, s. 9.

[2] 32. Gün Programı, “Necmettin Erbakan 32. Gün’de-1996”, Youtube, 27 Şubat 2020, https://www.youtube.com/watch?v=5CQbXpV5siQ&t=1655s

[3] Dr. İdris Bunuu (Fas Adalet ve Kalkınma Partisi Dış İlişkiler Ofisi Üyesi) ile yapılan görüşme, 7 Temmuz, 2021.

[4] Mustafa Kaya (Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı) ile yapılan görüşme, 6 Temmuz, 2021.

[5] Hasan Bitmez (Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı) ile yapılan görüşme, 6 Temmuz, 2021.

[6]“Fas’taki çocuklara Erbakan ismini koyduk”, Milli Gazete, 3 Mart, 2011, https://www.milligazete.com.tr/haber/1025484/fastaki-cocuklara-erbakan-ismini-koyduk

[7] Mustafa Kaya (Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı) ile yapılan görüşme, 6 Temmuz, 2021.

[8] Mustafa Kaya (Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı) ile yapılan görüşme, 6 Temmuz, 2021.

[9] Mustafa Kaya (Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı) ile yapılan görüşme, 6 Temmuz, 2021.

[10] Selim Akduman, “Fas Adalet ve Temniye Partisi’nden AGD’ye ziyaret”, Milli Gazete, 1 Kasım, 2006,  https://www.milligazete.com.tr/haber/841742/fas-adalet-ve-temniye-partisi-nden-agd-ye-ziyaret

[11] “Fas’taki çocuklara Erbakan ismini koyduk”, Milli Gazete.

[12] “İhvan lideri Erbakan’ı anma programında konuştu: O, ümmete direnişi; Siyonist ve emperyalistlere karşı dik durmayı öğretti”, İslami Analiz, 2 Mart, 2015, http://www.islamianaliz.com/h/14520/ihvan-lideri-erbakani-anma-programinda-konustu-o-ummete-direnisi-siyonist-ve-emperyalistlere-karsi-dik-durmayi-ogretti

[13] Feriha Perekli, “The Applicability of the “Turkish Model” to Morocco: The Case of the Parti de la Justice et du Développement (PJD)”, Insight Turkey, 14/3 (2012), s. 94.

[14] Perekli, “The Applicability of the “Turkish Model” to Morocco”, s. 95.

 

Yazının PDF Dökümanına Ulaşmak İçin Tıklayınız: Yeni Bir Dünya” Vizyonunda Milli Görüş’ün Küresel Siyasetteki Kurucu Rolü

Dr. Ahmet Hüsrev ÇELİK

Diplomasinin Tükenişi: Büyük Bir Savaş Riski

İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırıma dönüşen saldırılarının henüz yirminci gününde, Danimarka Dışişleri Bakanı Lars Lökke Rasmussen ile düzenlenen ortak basın toplantısında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, sürecin muhtemel sonuçlarından birisine ilişkin bir öngörüsünü dünya barışı adına adeta ihtar mahiyetinde ifade etmişti.

Hakan Fidan; Türkiye’nin amacının her zaman barıştan yana olduğunu vurguladıktan sonra “Ya büyük bir savaş ya da büyük bir barış çıkacak…. Krizin yayılmasını önlememiz lazım aksi takdirde küresel düzeyde çok daha büyük sorunlara tanıklık edebiliriz.” şeklindeki tarihe not düşen sözlerinin, şüphesiz ki artık unutulmaması, hatırdan çıkarılmaması, göz ardı edilmemesi, hesap harici tutulmaması, önemle üzerinde durulması gerekmektedir.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bu açıklamasından sonra, bu açıklamanın devamı niteliğinde değerlendirilebilecek bir beyanat da 6 Aralık tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Gazze’deki bir avuç sivil karşısında yüreği de bacağı da titreyen İsrail’in gerçek bir orduyla gerçek bir güçle karşı karşıya geldiğinde paramparça olacağı muhakkaktır. İsrail yönetiminin böyle bir acı akıbete gerek kalmadan bir an önce aklını başına toplamasını ümit ediyoruz. Bölgeye huzur gelmesinin tek yolunun, 1967 sınırlarında Doğu Kudüs’ün başkenti olduğu, coğrafi bütünlüğe sahip, bağımsız, egemen bir Filistin devletinin kuruluşundan geçtiğini bir kez daha hatırlatıyoruz.” demiştir.

Bu açıklamalardan sonra 25 Aralık tarihinde ise İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu “Savaşı, önümüzdeki günlerde derinleştirerek sürdüreceğiz. Bu savaş, uzun olacak ve sona yakın değiliz.” ifadelerini kullanmıştır.

Netenyahu’nun soykırımı sürdürme açıklamasından 2 gün sonra,  27 Aralık’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan “Diplomatik alanda gösterilen onlarca çabaya rağmen yüzlerce Gazzeli’nin öldürülmesine engel olamadık. Bir Müslüman olarak hepsinden önemlisi insan olarak kendi iç dünyamızda bu zulmü engelleyememenin mahcubiyetini yaşıyoruz. Türkiye devleti ve milletiyle bu insanlık imtihanını vermenin gayretindedir.” İfadeleriyle, Türkiye gibi birkaç ülkenin çabalarıyla münhasır kalan diplomatik çabaların neticesiz kalmasına vurgu yapmıştır.

Uluslararası Sistemin İflası

Bu süreç içerisinde BM Güvenlik Konseyi ile BM Genel Kurulu arasındaki çelişki ve uçurum bir defa daha tezahür etmiştir. Bu tezahür aynı zamanda Türkiye’nin de defaatle BM’nin mevcut yapısında talep ettiği revizyona ihtiyacın da ne kadar zaruri olduğunun da göstergesi olmuştur.

Gazze’de insani ateşkes çağrısına ilişkin BM Genel Kurulunda 25 Ekim’de yapılan oylamada 120 lehte, 14 aleyhte ve 45 çekimser oy çıkmış iken 13 Aralıkta aynı kapsamda yapılan oylamada 193 ülkeden 153’ü kabul, 10 ülke ret ve 23 ülke çekimser kalmıştır.

BM Genel Kurulu bu çerçevede kararlar alırken, 7 Ekimden bu güne BM Güvenlik Konseyi ise tam farklı, tam aksi yönde hareket edegelmiştir. 16, 18 ve 25 Ekim’de Gazze’ye ilişkin sunulan karar tasarıları ABD tarafından veto edilmiştir.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, görev süresi boyunca ilk kez yetkisini kullanarak, BM Şartı’nın 99. Maddesi çerçevesinde Gazze’deki insani felaketin önlenmesi için 6 Aralık’ta BMGK’ye mektup göndermiştir.

BM Güvenlik Konseyi’nin 22 Aralık tarihli toplantısında Gazze’de genişletilmiş insani yardımların kesintisiz ve güvenli erişimi için “acil adım atılması” talep edilen karar tasarısı kabul edilmiştir. Ancak bu kararda ateşkese yer verilmemiştir. Bu karara ilişkin oylama, karar üzerinde uzlaşma sağlanamaması nedeniyle daha önce dört defa ertelenmiştir. Kararın onaylandığı oturumda ABD ve Rusya kararda çekimser kalmışlar, karar da ancak o şekilde geçebilmiştir.

11 Kasım tarihinde İİT ve Arap Birliği’nin ortak zirve toplantısında yine Türkiye’nin girişimleriyle bir temas grubu kurulması kararı alınmıştır. Oluşturulan bu temas grubu da ateşkesin sağlanması için uluslararası aktörler nezdinde girişimlerde bulunmuşsa da arzu edilen netice henüz sağlanamamıştır.

Başta BM olmak üzere diğer uluslararası örgüt ve aktörlerin, bölgedeki İsrail sorununu çözmeye matuf aktif tutum içerisinde olmamaları veya olamamaları, inisiyatif alamamaları veya almaktan kaçınmaları sorunu giderek derinleştirmiş ve bugünkü tablonun ortaya çıkmasına, İsrail’in hem fütursuz saldırılarına hem de söylemlerine neden olmuştur.

İsrail’in bugüne kadar sürekli yapageldiği ancak kamuoyu bilgisinin bu kadar olmadığı saldırılarını, bugün tüm dünyanın gözü önünde ve bilgisi dâhilinde, tüm aktörleri, uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak devam ettirmesi, ettirebilmesi, 1947 taksim kararından itibaren uluslararası yapının İsrail’in önünü açan politikalarının bir sonucudur.

Gelinen noktada İsrail, BM’nin etkisizliğinin, uluslararası yapının iradesizliğinin farkında olarak saldırıları devam ettireceği, derinleştireceği ve sürdüreceğini açıklamaktadır. Bunu da uluslararası kamuoyunun saldırıların durdurulması ve BM Genel Kurulu kararlarına rağmen yapmaktadır.

Sürecin Devamı Durumunda…

Gerek İsrail’in kuruluş süreci, gerekse muhtelif tarihlerde vuku bulan Arap – İsrail savaşlarının neticeleri, gerekse İsrail’in Filistinlilere yönelik politikaları hep İsrail’in topraklarını genişletmesini ihtiva etmektedir. İsrail, komşu ülkelerin topraklarına tasallut ve işgal etmekten kaçınmamıştır. Filistinlerin topraklarını da yeni yerleşim yerleri açarak sürekli işgal etmektedir. Nitekim Gazze’ye yönelik saldırılarının da nihai amacının bu minvalde olduğu anlaşılmıştır.

Netenyahu’nun 25 Ekim’de yaptığı konuşmasında “Artık tek bir amaç için bir araya gelmenin zamanıdır; Zafere ulaşmak için hızla ilerlemek. Ortak gücümüz ile haklılığımıza ve Yahudi halkının ebediliğine olan derin inancımızla Hamas’a karşı Yeşaya kehanetini göreceğiz” ifadelerini kullanarak dini referanslara atıf yapması, orta ve uzun vadede vadedilmiş topraklar noktasındaki zihinsel arka planlarını ve yorum, komplo teorisi olarak değerlendirilemeyecek derecede açık olan ajandalarının net dışavurumudur.

10 Kasım’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Ülkemiz topraklarını da içeren vadedilmiş topraklar hezeyanıyla nükleer silah kullanma tehditleriyle sabrımızı zorluyorlar.” ifadeleri ise Netenyahu’nun konuşmasına bir mukabeledir…

İsrail’in durmadığı veya durdurulmadığı takdirde, daha önce karşı karşıya geldiği, defalarca savaştığı bölgesel aktörlerle tekraren ve/veya yeni bölgesel aktörlerle günün birinde yeni olarak karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz olarak görülmektedir. 1948’den 1973’e kadar 25 Senelik zaman dilimi içerisinde dört defa vuku bulmuş hadiselerin tekrar vuku bulmaması için İsrail’in hiçbir gayreti ve endişesi bulunmamaktadır.

İsrail’e Karşı Tepkilerin Artması

İsrail’in bugüne kadar sürekli yapageldiği ancak kamuoyunun bilgisinin bu kadar olmadığı, uluslararası haber ajansları tarafından perdelenen saldırılarına ilişkin görüntüler, günümüzde artık sosyal medya aracılığıyla tüm dünyaya anında ulaşmaktadır. Bu durum İsrail saldırılarını tam da tüm Dünyanın Gözü önünde haline getirmiştir… İsrail saldırılarının soykırıma dönüşmesi, bebek, kadın ve çocukların öldürülmesi, hastane ve ibadethaneler başta olmak üzere sivil hedeflerin vurulması küresel vicdan nezdinde infiale neden olmaktadır.

Doğudan batıya kuzeyden güneye dünyanın muhtelif yerlerinden muhtelif din ve etnik halkların İsrail’e karşı tepkileri giderek artmaktadır. Netenyahu’nun saldırılar aylarca devam edecek açıklamasında belirttiği gibi saldırıların aylarca sürmesi durumunda tepkiler de artarak devam etmesi muhtemeldir. Bu tepkiler siyaset kurumunu ve karar alıcıları da zorlayıcı bir duruma dönüşme ihtimalini de içermektedir. Saldırıların sürekliliği, ülkelerin İsrail’e karşı tutumunda da değişikliklere neden olacaktır. Nitekim BM Genel kurulundaki oylamalarda kısa sürede İsrail aleyhine olan oylardaki artış da bunun bir göstergesidir.

Savaşın aylarca devam etmesi durumunda, devam eden her bir ay Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın belirtiği çerçevedeki “Ya büyük bir savaş, ya da büyük bir barış çıkacak….” İhtimalini ve riski artan bir faktör olacaktır.

 

PDF Dökümanı İçin Tıklayınız: GAZZE’DEN “YA BÜYÜK BİR SAVAŞA – YA DA BÜYÜK BİR BARIŞA”

2

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (Stockholm International Peace Research Institute (SIPRI))Yearbook 2023 Armaments, Disarmament and International Security Raporu, 2022 yılında küresel güvenlik meselesinin on yıl öncesine nazaran önemli ölçüde bozulduğu vurgusuyla Rusya-Ukrayna savaşı, diğer bölgelerdeki çatışmalar ile 2022 yılındaki küresel askeri harcamaların seyri hakkında bilgileri raporlamıştır.